Aslı Tuğçe Sözdinler
Hayatımızda ne olursa olsun, bahar gecikmiyor. Geliyor... Bugün yürüyüşümde pembe çiçeklerini açmış ağaçları görünce içim coşkuyla doldu. Londra’da kışlar uzun ve karanlık... Bu nedenle "kışlama" yapmanız gerekiyor.
Katherine May’in ‘Wintering’ adlı kitabı, beni bu kavram üzerine bu sıralar düşündürdü. Kitap, kışın çetin geçtiği yerlerde insanların nasıl yavaşladığını anlatıyor. Oysa büyük şehirlerde, mevsimlere uygun yaşamayı çoğu zaman unutuyoruz. Kışın yavaşlamak yerine aynı tempoda devam edince, ruhumuz da mevsimini bulamıyor. Bu sadece fiziksel olarak kışı geçirmekle ilgili değil; hayatın zorlayıcı, durgun veya içe dönük dönemlerinden geçerken kabuğumuza çekilip iyileşmekle de ilgili...
Ben de baharın gelişiyle kabuğumdan çıktığımı hissediyorum. Kışın içime doldurduğu grilikten sıyrılmak, denizle gökyüzünün birbirine karıştığı o sonsuz maviliğe açılmak istiyorum. Böyle havalarda aklıma Ege’de olmak geliyor. Deniz görmek istiyorum, sadece görmek de değil; duymak, hissetmek, koklamak...
Kabuğumu aralarken, baharını Bodrum'da bulan birini hatırlıyorum: Cevat Şakir Kabaağaçlı. Bu sıralar ‘Şakir Paşa Ailesi’ dizisini izliyorum, izledikçe de Bodrum’un ‘Halikarnas Balıkçısı’ diye tanıdığımız Cevat Şakir Kabaağaçlı hakkında ne kadar az şey bildiğimi fark ediyorum. Merakla biraz daha okumak, anlamak istiyorum. Fark ediyorum ki, Cevat Şakir için Bodrum aslında kışlama yaptığı bir yerdi. Sürgün olarak gittiği bu sahil kasabasında, kabuğundan sıyrılıp Bodrum’u iyileştirirken, belki de kendi de iyileşti.
O, Bodrum’un bitki örtüsünü yalnızca bir doğa bilimci gibi incelemedi; onu bir ressam gibi gördü, bir şair gibi hissetti ve bir âşık gibi anlattı. Halıcılar, balıkçılar ve denizciler arasında geçen yıllarında, Bodrum’un bitkileriyle dostluk kurdu. Sahillerde, keçiboynuzu ağaçlarının gölgesinde oturdu; mandalina bahçelerinin mis kokulu rüyalarına daldı. Zeytin ağaçlarının yaşlı gövdelerinde zamanın sessiz hikâyelerini dinledi. Defne yapraklarının hışırtısında eski tanrılarla konuştu ve kaktüslerin sabırlı duruşunda, Ege’nin sert ama cömert doğasını gördü.
Mavi yolculuklarında, yalnızca denizi değil, kıyıların çiçeklenmiş yamaçlarını da anlattı. Kekik kokulu rüzgârları, dağların başını dumanlı bir büyü gibi saran adaçaylarını ve her baharda Bodrum’un taş duvarlarını mora boyayan begonvilleri sevgiyle betimledi. Onun kaleminde, çitlembikler yalnızca bir ağaç değil, çocukluğun hatırasına açılan bir kapıydı. Papatyalar, doğanın saf gülümsemesiydi. Nar ağaçları, sonsuz bereketin sembolüydü.
Okaliptus, fıstık çamı, palmiyeler, hurma ağaçları, begonvil ve zakkum onun öncülüğünde Bodrum’a getirilen bitkilerden sadece birkaçı. Halikarnas Balıkçısı’nın en büyük katkısı, Bodrum’un sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda insan eliyle yeşillendirilebilecek bir cennet olduğu fikrini benimsetmesiydi. Sürgün yerini cennete çeviren Cevat Şakir, bizlere de kıştan sonra gelen o “her şeyi yapabilme gücünü”, içimizdeki baharı hatırlatıyor…